Blog

  • Çocuklara ‘masaj’ köleliği

    Lise öğrencisi 16 yaşındaki E.Ç. adlı genç kız, 17 Ağustos’ta evinden çıkıp bir daha dönmedi. Soruşturma dosyasına göre, eşinden ayrı yaşayan anne Y.A., kızı gece gelmeyince, ertesi sabah polise giderek kayıp başvurusunda bulundu. Ancak uzun süre geçmesine rağmen kızından haber alamayan anne, cumhuriyet savcılığı’na, CİMER (Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi), Adalet Bakanlığı’na, Çankaya Kaymakamlığı’na da başvurarak yardım istedi. Bir yandan da kendi imkânlarıyla dedektif gibi iz süren anne, tam 70 gün sonra, kızının izine bir masaj salonunda ulaştı ve evine getirdi.

    Hürriyet’ten Fevzi Kızılkoyun’un haberine göre; E.Ç.’nin bu masaj salonunda uyuşturucu ve fuhuşa zorlandığını anlatması üzerine, anne ve kızı soluğu savcılıkta aldılar. Genç kızın ifadeleri üzerine, Cumhuriyet savcılığı iki ayrı soruşturma başlattı. Genç kız, pedagog eşliğinde savcılığa verdiği 3 ayrı ifadede özetle şunları anlattı:

    ‘HEPSİ 14-18 YAŞLARINDA’

    “İlk olarak erkek arkadaşım F.E., rızam dışında benimle zorla cinsel ilişkiye girdi. Bu olaydan sonra H.A. isimli kız arkadaşıma gittim; yardımcı olacağını söyleyerek bir masaj salonuna götürdü. Buradan 3 ayrı masaj salonuna götürdüler. Buralarda çalışanların hepsi 14-18 yaşlarında çocuklardı. Beni sürekli, ‘Ailenle görüşürsen veya polisi ararsan seni ve aileni öldürürüz’ diye tehdit ediyorlardı. 16-17 yaşlarında erkek çocuklar, hamile küçük yaşta bir kız çocuğu çalışıyordu. Bana ve orada çalıştırılan çocuklara, zorla şeker, mavi, kelebek, gold isimli uyuşturucu haplar veriyorlardı.”

    ‘ÇIĞLIKLARINI DUYUYORDUM’

    “Buralarda, 14-18 yaşlarında kız ve erkek çocuklarına fuhuş yaptırılıyordu. Özel müşteriler çağrılıyordu. Çoğu zengin ve bilinen müşterilerdi. Bu yerlerde sadece çocuklar çalıştırılıyor. Çocuklar 19 yaşına geldiğinde ise masaj salonundan atılıyordu. Gece küçük kız çocuklarının çığlıklarını, ağlamalarını duyuyordum. ‘Yapacaksınız, öldürürüm’ diyerek tehdit edildiklerini de duyuyordum. Erkek çocukları geceleri sürekli ağlıyorlardı.”

    ‘ÖLÜMÜ GÖZE ALARAK KURTARDIM’

    Genç kız, ifadesinde, üç masaj salonunun adı ve adresiyle kendisi ve diğer çocukları batağa sürükleyen 7 kişinin ismini verirken, anne Y.A. da şunları anlattı: “Kızım psikolojik destek alıyor. Bu salonlarda çocuklar korkutuluyor, ölümle tehdit ediliyor. Bunlar çocuk, seslerini çıkaramıyorlar. Ben ölümü göze alarak kızımı kurtardım. Diğer aileler tehditler nedeniyle ses çıkaramıyor. Türkiye’nin başkentinin göbeğinde bu rezalet yaşanıyor. Erkek ve kız çocuklara uyuşturucu veriliyor, fuhuş yaptırılıyor. Bu çocukları kurtarın.”

    HABER KAYNAK: FEVZİ KIZILKOYUN / HURRİYET COM TR

  • Kılıçdaroğlunun yapacağı ilk iş…

    İktidara yakın gazete Sabah’ta 2 gün önce Eda Işık,  kulis haberinde şöyle demiş.

    “Anayasada değiştirilecek madde sayısı da daha az olacak.

    Buna göre “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” adı altında “Türk tipi başkanlık sistemi” gelecek. “Yeni Cumhurbaşkanlığı sisteminde başbakan olmayacak.”

    Bu aslında yeni bir haber değil ki…

    Çiçeği burnunda Başbakan Binali Yıldırım da geçtiğimiz Mayıs ayında bir toplantıda

    Milletin yollarını aştık, tünellerle dağları geçtik, köprülerle vadileri birleştirdik, şimdi yeni anayasa ve sistemin yolunu açma zamanıdır” gibi çok anlamlı sözlerin yanısıra

    “Yeni anayasayı da yapacağız, başkanlık sistemini de bu ülkeye, Türkiye’ye getireceğiz” dememiş miydi?

                                                                     ***

    Türk usulü (!) başkanlık konusu Anayasa Platformu” girişim grubu tarafından 2007 yılında AKP tarafından başlatılmıştı.

    Toplumun farklı kesimlerini temsil eden sivil toplum kuruluşu ve meslek örgütleri ile milletvekillerinden oluşan Anayasa Platformu, TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu’nun ev sahipliğinde Türkiye’nin çeşitli kentlerinde toplantılar yapmıştı.

    Hisarcıklıoğlu’nun yanı sıra, TBMM Başkanı Cemil Çiçek, TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu Üyesi AKP Milletvekili Ahmet İyimaya, TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu Üyesi CHP Milletvekili Atilla Kart, TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu Üyesi MHP Milletvekilleri Faruk Bal, Oktay Öztürk ve Tunca Toskay gibi partileri temsil eden milletvekilleri de vardı.

    “Türkiye Konuşuyor Vatandaş Toplantıları’ başlığında yapılan toplantılarının13. Ve sonuncusu, 28 Nisan 2012 Cumartesi günü İstanbul Ataköy Atletizm Salonu’n da yapıldı. Davet üzerine gitmiştim.

    AKP ‘in hazırlamış olduğu ve CHP ile MHP ‘in de desteklediği anayasayı merak ettiğim için oradaydım tabi.

    (AKP Anayasası ve suskun CHP) başlıklı yazımda detaylı anlatmıştım.

    İşte o yazımda ve daha sonrakilerde kısmen bu günlere gelineceğini anlatmaya çalışmış ve CHP’yi uyarmaya çalışmıştım.

    Çünkü tuzak sorular halka soruluyor bir yerde beyin yıkama yapılıyordu.

    Cumhurbaşkanının yetkileri kısaltılsın mı? Böyle kalsın mı veya artırılsın mı?

    Cumhurbaşkanı başbakanlık yetkilerini de alıp başbakanlık kalksın mı?

    Yerel yönetimleri güçlendirmek için merkezden yönetilmesi kalksın mı?

    Yargı bakanlık sisteminden kalkıp başbakanlığa veya cumhurbaşkanlığına bağlansın mı?

    Böyle bir anayasa çalışmasının içinde CHP’nin ne işi vardı?

                                                                                 ***

    CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu bu kadar önemli konular içerisinde anladığım kadarıyla sadece iki şeyi kale almıştı.

    Yerel yönetimleri güçlendirmek ve özerklikti bunlar.

    Ne yazık ki parti içinden bazı milletvekilleri de  

    “Demokratik anayasa, statükocu, ırkçılığa dayalı Atatürk milliyetçiliğine son vermek.

    “Halkların kardeşliği, anadilde eğitim, demokratik özerklik “

    “Bu ülkeyi bölen siz ve sizin gibi ulusalcı, kalıplaşmış Atatürkçü zihniyettir” diyorlardı ulusalcı kesime.

    O yıllardan bugünlere gerek parti yönetiminde gerekse belirli yerlere getirilenler halen içeride görevlerini yerine getiriyorlar.

    CHP’nin bugüne kadar yeterli muhalefet yapmaması, bazen sessiz kalması halkın umutlarını yok etti.

    CHP’ni tanıyamıyoruz artık deniyor.

    Oysa CHP’nin tarihten gelen misyonu vardır.

    Halka yeniden umut olmalı, Türkiye’yi aydınlığa taşımalıdır.

    CHP şimdi geç kalmış olsa da, başkanlık sistemine hayır diyor, diyor da nasıl olacak bu hayır?

    AKP’nin Bahçeli gibi bir dayanağı var.

    Bahçeli baktı ki barajı aşamayacak AKP ye bir kıyak daha yapmaya kalktı.

    Nede olsa 7 Haziranda kaybeden AKP’yi tekrar tek başına iktidara getiren de oydu değil mi?

    Ne MHP’nin iktidar olması ne de Türkiye umurunda değil.

    Onun için önemli olan varsa yoksa AKP.

    AKP de onu tutuyor haliyle.

    Tabi ki şimdilik…

                                                                        ***

    Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a seslenerek,

     “Türkiye’nin bunca sorunu varken benim koltuğum ne olacak diyor. Otur oturduğun yerde. Türkiye’nin sorunlarını parlamentoda çözelim ”diyor.

    Parlamentoda çoğunluğu elinde tutan bir iktidar ile bu güne kadar muhalefetin hangi önergesi, gensorusu geçti diye düşündü mü acaba Sn. Kılıçdaroğlu?

    Cumhuriyetin sigortası olan CHP silkelenmezse, tekrar kendi özüne dönmezse Türkiye’yi daha kötü günler beklemektedir.

    Henüz zaman geçmiş sayılmaz…

    Kılıçdaroğlunun yapacağı ilk iş, acilen bir kurultay ile (Atatürkçü vekillerin dışında) partinin ilkelerine gönülden bağlı, istenilen muhalefeti yapacak yeni yüzleri getirmek ve milli bir hükümet oluşturmaktır bence.

    Tünay Süer

    22.10.2016

  • Dink soruşturmasında 3 jandarma görevlisi tutuklandı


    Hrant Dink cinayetinde jandarma görevlilerine ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında, Tuğgeneral Hamza Celepoğlu, dönemin Jandarma yüzbaşısı Muharrem Demirkale ve Jandarma Astsubay Yavuz Karakaya’nın çıkarıldıkları nöbetçi mahkemece tutuklanmalarına karar verildi.

    Şüpheliler, İstanbul Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu savcılarından Gökalp Kökçü tarafından yürütülen soruşturma kapsamında “Kasten öldürme” ve “Silahlı terör örgütü üyeliği” suçlarından tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildi. İstanbul Nöbetçi 7. Sulh Ceza Hakimliği’ne çıkarılan şüphelilerin sorgusu tamamlandı. Mahkeme, üç şüphelinin de tutuklanmasına karar verdi.

    BAŞKA SUÇLARDAN DA TUTUKLULAR

    Tuğgeneral Hamza Celepoğlu MİT TIR’larının durdurulmasına ilişkin davada tutuklu bulunurken, eski jandarma görevlileri Muharrem Demirkale ve Yavuz Karakaya ise 15 Temmuz darbe girişiminin ardından tutuklanarak meslekten ihraç edilmişti.

  • Neden Türkiye Tacizciler, Tecavüzcüler Cehennemine Dönüştü?

    Geçen makalemde şunları yazmıştım:

    Ben Türkiye’yi Türk filmleri ve televizyonlarında olduğu gibi, iki döneme ayırıyorum: Biri “Siyah – Beyaz Türkiye”, yani saf, temiz duyguların ön plana çıktığı dönem, ikincisi “Renkli Türkiye”, yani yoz, duygusallıktan uzak, hile – hurdanın egemen olduğu, gemisini kurtaran kaptan dönemi…”

    Siyah – Beyaz Türkiye döneminde, günümüze göre belki daha az moderndik, bilim ve teknoloji yönünden belki daha az gelişmiştik ama milli ruh, milli duyarlılık, milli birlik ve beraberlik, dayanışma, komşuluk açısından daha tutarlıydık…

    Yurdumuzu mülteciler, şeriatçılar, bölücüler, tarikatçılar, FETÖCÜLER işgal etmemişti…”

    Bu kadar çok taciz, tecavüz çocuk katliamı yaşanmıyordu…”

    Peki, ne oldu da Türkiye, tacizciler, tecavüzcüler, bebek cinayetleri cehennemine dönüştü?

    Neden 3,5 yaşındaki çocuklar tecavüze uğrayıp, sonra da canavarca öldürülüyor?

    Hiç lafı uzatmadan, önce, şu istatistiklere bir göz atalım:

    – Son on dört yılda fuhuş ve uyuşturucu 17 misli (yüzde 1700), boşanmalar 28 misli (yüzde 2800) arttı…

    – Çocuk pornosunda dünyada baş sıralardayız…

    – 2002’de kadın cinayeti sayısı 66 iken, bu rakam, 2002–2015 arasında 5 bin 406 olmuştur…

    Peki, bu suç ortamı ve suçlu ordusu Türk milletinin başına gökten zembille mi indi?

    Nasıl oldu da Sanayide, tarımda, üretimde gerileme, küçülme yaşanırken, fuhuş ve uyuşturucu 17 misli, boşanmalar 28 misli, kadın cinayeti büyük bir patlama ile 13 yılda, 5 bin 406 rakamına ulaştı?

    Bu patlamanın nedenini her şeyden önce AKP’nin dinci – kinci ahlak, kültür anlayışında, eğitim programlarında aramak gerekir…

    Bu patlamanın nedenini her şeyden önce AKP’nin hiç eksilmeyen, devamlı olarak artan Atatürk, Cumhuriyet, uygarlık düşmanlığında ve laik düzen yerine şeriat düzenini Türkiye’ye yerleştirme çabasında aramak gerekir…

    Bu patlamanın nedenini her şeyden önce dünyaya sadece din penceresinden bakan politikacılarda aramak gerekir…

    Bakın 45 öğrencisine tecavüz edilen Ensar Vakfına AKP’nin önde gelen politikacıları ne övgüler diziyorlar:

     “Biz Ensar Vakfı’nın insanlığa ve ülkemize yaptığı çok güzel hizmetlerine şahitlik ediyoruz, yaptıklarına Allah’ın huzurunda teşekkür edelim…”

    Bir başka AKP’li:

     “Her gün daha da büyüyecek, (Ensar Vakfı), şu an şube sayısı 165, güzel işler yaptıkça adeta daha ileri bir noktaya…”

    Aileden sorumlu bakanın Ensar vakfındaki tecavüzler karşısında söylediği söz:

    “Bir kere olmuşsa, karalamak için gerekçe olmaz…”

    14 yılda Atatürk’ün Tevhid-i Tedrisat, yani ÖĞRETİM BİRLİĞİ düzenlemesinin altından girip üstünden çıktılar. Bu çağdaş eğitim yasası ile yasaklanan medreseleri, tarikatları, tekkeleri yeniden açtılar. Hayatta en hakiki yol gösterici bilimi, fenni okullardan kapı dışarı ettiler.

    Çağdaş, laik, demokratik eğitimin yerine beyinleri hurafelerle doldurup, kindar ve dindar bir nesil yetiştirmek için kolları sıvadılar.

    Türkiye artık sadece sapıkları, sapıklıkları, tecavüzleri konuşuyor. Tacizci haberleri ile yatıp, tecavüzcü haberleri ile uyanıyor… “ 7 yaşındaki kızlar evlenebilir mi, evlenemez mi?  Anaların diz kapağı cinsel tahrik edici midir, değil midir? Babalar kızlarını şehvetle kucaklayabilir mi, kucaklayamaz mı?” tartışmalarını konuşuyor…

    Her sabah “İlkem; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi, özümden çok sevmektir…” ANT’ını okuyan 9 -10 yaşındaki çocukları, okulların aydınlık, sağlıklı arkadaşlık ortamlarından alıp vakıfların karanlık, izbe, gizli evlerine attılar…

    Onları oyun, arkadaşlık, dostluk, uygar ilişki ortamından çekip, cendereye soktular, baskı altına aldılar, küçücük dünyalarını ses geçirmez duvarlarla ördüler… Dünyalarını kararttılar… Sapıklara yardım ve yataklık yaptılar… Onları sapıklar karşısında korumasız, savunmasız bıraktılar… Sonuç ortada…

    SUÇLU ARTTI. SAPIKLAR VE SAPIKLIK ARTTI…

    SUÇ PATLADI…

    Bu suç artışları ile birlikte imam hatip okulları ve imam hatipli öğrenci sayısında da patlama oldu… 2002-2003 döneminde 450 okulda 71 bin 100 öğrenci okurken, günümüzde okul sayısı 1961’e, Öğrenci sayısı,  ortaokul ve liselerle birlikte, toplam, 1 milyon 201 bine çıktı…

    Buna karşılık, Köy okullarımız perişan oldu… 8. sınıftan 81 bin 808 öğrenci mezun oldu. Ancak bu öğrencilerin sadece 6531’i eğitimine devam edebildi,75 bin 277’si okul dışında kaldı ve bu rakamın yarısından çoğu kız…

    Yani AKP bir bakıma amacına ulaştı… Çocukları okuldan uzaklaştırdı… Kızları evlerine hapsetti… Böylece erken evlenmenin yolunu açtı… Mahkemeler çocuk gelinlerin davaları ile doldu…

    İşte Türkiye’nin genel görünümü bu… Manzara-i umumiyesi bu… Yani Siyasal İslamcı diktatörlük kılıcı, milletimizin başında bir o yana, bir bu yana sallanıp durmakta…

    Ama halkımız sorunlarına çözüm bulacağı yerde, diziler izlemekte, eğlence ve izdivaç programlarında zaman harcamakta… 3,5 yaşındaki bebelerin tecavüze uğradıktan sonra öldürülmesi onun umurunda bile değil…

    Ne diyor Victor Hugo? “Diktatörlük hakikat haline geldiğinde, devrim hak haline gelir…”

    Türk milleti için Atatürkçü bir devrimden başka kurtuluş yolu kalmamıştır…

    ([email protected])

  • YÜKSEK SEÇİM KURULUNDA FETÖ İŞARETLERİ GÖRÜYOR MUSUNUZ?

    CHP İzmir milletvekili ve 15 Temmuz FETÖ Darbesi Araştırma Komisyonu Üyesi Dr. Aytun Çıray, AKP’nin yüzde otuz dört oy oranıyla Meclisteki sandalyelerin yüzde altmış altısını kazanmasıyla sonuçlanan 2002 Milletvekili Genel Seçimlerine FETÖ gölgesi düşüp düşmediğini Mehmet Ağar’a sordu.

    Doğru Yol Partisi Mehmet Ağar liderliğinde girdiği 3 Kasım 2002 Genel Seçimlerinde yüzde onluk barajını kırk bin oy farkla,  %9.9 oy oranıyla aşamamış, bunun sonucunda ortaya çıkan iki partili parlamento tablosunda AKP ezici bir milletvekili çoğunluğu elde etmişti. Ancak bu ,sonuç DYP’nin kıl payı denebilecek bir oy farkıyla baraj altında kalmış olması bakımından tartışmalı değildi. Bu seçimlerde asıl sorun daha sonra kapatılan DEHAP’ın seçimlere katılma hakkı olmadığının Yargıtay tarafından onaylanmış olmasına rağmen, bu seçimlere girmiş olması ve seçim sonuçlarına Yargıtay kararı gösterilerek yapılan itirazların YSK tarafından dikkate alınmamasıydı.

    Aytun Çıray Ağar’a yönelttiği soruda bu durumu hatırlatarak “2002 seçimlerinde milletvekili dağılımının  Yargıtay’ın bu kararına göre yapılması gerekiyordu. Bu durumda DYP 66 Milletvekili ile Parlamento’ya girecekti. Fakat YSK Yargıtay kararlarının gereğini yapmadı. Ne seçimleri iptal etti, ne DEHAP’ın aldığı oyları dışarda bırakarak DYP’yi parlamentoya aldı. YSK’nın bu kararlarında FETÖ’nün işaretlerini görüyor musunuz?’ diye sordu.

    2002 SEÇİMLERİNDE YSK KARARI TAHKİK EDİLMELİ!  

    Ağar, Çıray’ın bu sorusunu ‘O günün şartlarında görmedim. Ama ihtimal olarak değerlendirilmeli, tahkikat yapılmalı. O dönem gerçekten çok uğraşıldı. O günkü kurul gözden geçirilmeli, ilişkiler gözden geçirilmeli. Ciddi bir tahkikatla belki bir sonuca varılır. Yargıtay bu kararı vermişti, doğru söylüyorsunuz.’ diye cevaplandırdı. Bu cevabı yorumlayan Çıray, “Mehmet Ağar’ın bu cevabı çok önemlidir. Çünkü YSK’nın bu kararı Türk siyasetinde darbe kalkışmasına giden yolların döşendiği ilk önemli taştır” dedi.

    DYP-ANAP  BİRLEŞMESİNİ KİM SABOTE ETTİ?

    Çıray’ın Ağar’a yönelttiği ikinci soru akamete uğrayan DYP-ANAP birleşmesiyle ilgiliydi. Çıray Ağar’a, “Türk siyasi hayatının kırılma noktalarından bir tanesi de sizin Genel Başkan olduğunuz dönemde Doğru Yol Partisi ile Anavatan Partisinin birleşmesiydi. O zaman minimum yüzde 15 oy alacağınız gözüküyordu. 2/6/2007 tarihinde Anavatan Partisi bir kongre düzenledi. Kongrenin konusu, Anavatan Partisinin kendisini feshederek Demokrat Partiye katılmasıydı. Aranızda yaptığınız protokole göre siz o kongreye davetliydiniz ve katılmanız bekleniyordu. Fakat siz kongreye katılmak yerine bugün, bugünkü adıyla FETÖ’nün Türkçe Olimpiyatlarına gittiniz. Orada ‘Hocaefendi’yi övdünüz. O seçimlerde bu birleşme gerçekleşmedi, yüzde 47 oyla Adalet ve Kalkınma Partisi tekrar tek başına iktidara geldi.” dedi ve  “Bu birleşme FETÖ tarafından mı sabote edildi” diye ekledi. Ağar, bu soruyu “FETÖ siyasette kim güçlüyse ona yanaşır” diye cevapladı.

  • Küresel güçler ve Türkiye

    Musul’u kendisine mekân eyleyen yobaz IŞİD’i yerleşkesinden atmak için 36 ülke biraraya gelerek büyük bir operasyon başlattılar.

    Kimisi okyanusun ötesinden geldi, kimileri kilometrelerce uzaklardan.

    Tehlikede olan bizim sınırlarımız, yurdumuz ama bir tek Türkiye yok içlerinde.

    Aralarına katmamak için işbirliği yapmışlar, Türkiye Musul’a girmesinmiş.

    Haçlılara giriş serbestmiş…

    IŞİD’i var eden ABD ve İsrail bir yana, Irak ordusu 2014 te IŞİD’in iki saatte Musul’u işgal etmesine ses çıkartmadıkları gibi her hangi bir müdahale de yapmamışlardı.

    Demekki bir projeleri vardı.

    Anlaşıldığı üzere Haçlılar aralarında anlaşmışlar sessiz ve derinden giderek zamanını bekliyorlardı.

    Hepsi güya Türkiye’nin müttefikleridir…

    Hadi canım…

    Aslında onlar müttefik filan değiller Türkiye’nin ezeli düşmanlarıdırlar.

    1915 li 19 lu yıllarda nasıllarsa aynen öyleler.

    “Domuz derisi post olmaz, eski düşman dost olmaz” diye bir atasözümüz vardır çok doğrudur…

    Onların topu İstiklal Savaşımızdaki yedikleri tokadı asla unutamadılar.

    İşte bu ikiyüzlü emperyalistler yarattıkları kukla devletlerden tekinin başbakanını araya koyarak Türkiye’ye ültimatomu çektirdiler.

    Efendim, Türkiye’yi istemiyorlarmış, Türkiye derhal Irak topraklarından çıksınmış…

    Yoksa Türkiye’yi işgalci ilan edeceklermiş.

    Vay utanmazlar vay!

    Irak Hükümeti madem bu kadar yürekliydiler, Türkiye’ye kafa tutabiliyorlar zamanında bir milyon Müslümanı katleden Amerika işgalinde neden ülkelerini koruyamadılar?

    Türkiye’den yardım istediklerini unutmuşlar ve güya Müslüman olacaklar, haçlılarla işbirliği içine girmişler.

    Erdoğan feveran etmekte haklıdır zira dediği gibi IŞİD bahanesiyle orada mezhep savaşı çıkartmak ta isteyebilirler.

    Irak’ı işgal ettikleri zamanlar aynı binada oturan canciğer komşuları bile birbirlerine düşürmüşlerdi.

    İnsanlar birbirlerine saldıracaklar Kürtler, Araplar, Türkmenler yani Sünniler ve Şiiler otonom bölge isteyecekler.

    Yani merkezi örgüt yapısını, hiyerarşiyi ortadan kaldırtacaklar ve çok kan dökülecek, onlarda Irak’ı daha küçük parçalara bölecekler veya sadece kendilerine hizmet edecek bir yönetim yapacaklar.

    Haçlıların amacı bir ülkeyi korumak, kurtarmak değil petrolü, doğal zenginlikleri aralarında pay etmektir.

    Bunu anlayamayan zavallı aciz beyinler…

    Haçlıların çekindiği nokta sanıyorum ki Türkiye oraya girerse bir mezhep savaşına izin vermeyecek ve onların planları da suya düşecek!                                                                  ***

    Aklıma gelen bir düşünceyi de sizlerle paylaşmak istedim.

    Bu 36 ülkenin bir araya gelerek Musul’a girmeleri beni düşündürüyor.

    Sanki daha büyük projeler içindeler.

    Hep söyleniyordu değil mi, Suriye’den sonra sıra Türkiye’ye gelecek diye.

    Ergenekon davaları ve daha sonra FETÖ darbe girişimi ile Türk Ordusunu darmaduman ettiler. Daha sonra Suriye bataklığına çektiler.

    Ordumuz bir yanda PKK ile savaşırken şimdi Irak topraklarında oldukça derinlere giderek savaşıyor.

    Henüz kendi silahımızı, bombamızı tankımızı, savaş uçağımızı, toptan söylersek harp gereçlerini üretemiyor, dışarıdan alıyoruz.

    Ve durmadan tüketiyoruz.

    Artık savaşlar eski dönemlerdeki gibi kılıçla, tüfekle olmuyor.

    Elin gâvuru bir düğmeye basıyor roket fırlatıyor, daha doğrusu kimyasal ve nükleer silahlar konuşuyor.

    Bize başta Amerika olmak üzere birileri ambargo koyarlarsa ne yapacağız?

    Allah korusun 3. Cihan harbi çıkarsa ki biz ne yapabiliriz?

    Sokaklara çıkmakla tepemize yağan bombaları durdurabilecek miyiz?

    Tüm bu başımıza gelenler AKP Hükümetinin beceriksiz politikaları ve Erdoğan’ın Suriye, Esat takıntısı yüzünden geldi.

    Erdoğan halen ortalık güllük gülistanlıkmış gibi başkanlık derdinde.

    Buna da kasap et koyun can derdinde derler.

    Erdoğan’ın söylediğine göre millet istiyormuş…

    Hangi millet istiyor acaba?

    Bunca işsizlik, yoksulluk, savaşlar, şehit haberleri o başkan olunca bitecek mi yani?

    Hadi canım oradan.

    Kim kimi kandırmaya çalışıyor…

    Tehlike içindeyiz. Yarın neler olacak bilmiyoruz.

    Musul’un Kürtlere ve PKK’ya verileceği, Irak’taki IŞİD’in de Suriye’ye gönderileceği konuşuluyor.

    Amerika’nın esas kara gücü PYD, PKK değil bence yarattığı IŞİD’dir.

    IŞİD ‘i bombalıyorlar lâf…

    Buna da inanmıyorum.

    Önceden haber veriliyor boş alanlar veya içinde sivil halkın olduğu yerlere bomba atılıyordur.

    Geçtiğimiz Eylül ayında hatırlarsanız Amerika Birleşik Devletleri öncülüğündeki koalisyona ait savaş uçakları, IŞİD hedefleri yerine Suriye ordusuna ait bir askeri üssü vurmuştu.

    Yanlışlık oldu deyiverdiler.

    Ha… Bir de  Ekim 1992 tarihinde, Ege NATO Kararlılık Gösterisi-92 Tatbikatında Türkiye Cumhuriyetini temsil eden Muavenet isimli gemimizi bilerek vurmuşlardı.

    Beş Türk denizcimiz şehit olmuş, 22 denizcimiz yaralanmıştı.

    Özür dilediler.

    Bunları unutmamak gerek.

    Neden bilerek dedim çünkü o tatbikatta gerçek silah ve mermi kullanmak yasaktı.

    Türkiye üzerine oyunların oynandığı dönemde Bahçeli’nin başkanlık konusunu dile getirmesi abesle iştigaldir.

    Kendi koltuğunu düşünen ve her zaman AKP ye değnek olan, MHP’yi iktidar yapmaya çalışacağına AKP’yi iktidarda tutmaya çalışan bu şahsı vatansever gerçek MHP liler demokratik yollarla artık indirmelidirler.

    .Tünay Süer

       20.10.2016

  • SUDAN MOBİLYAYA KADAR ZAM

    AKP’ye yakınlığı ile bilinen Sabah Gazetesi’nin haberine göre nakliyeciler İstanbul’a ulaştırdıkları ürünlere Yavuz Sultan Selim Köprüsü zammı yapmaya başladı. Meyve-sebzeden damacana suya kadar pek çok üründe, köprü ücreti gerekçe gösterilip yüzde 20’ye varan fiyat artışı yapılıyor. Anadolu’dan gelip Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nü (3. Köprü) geçerek İstanbul’a kamyon ve TIR’larla ulaşan ürünlere zam bombardımanı başladı. Nakliyecilerin taşıma fiyatlarına yaptığı köprü zammı, damacana sudan meyve ve sebzeye, mobilyadan nakliyeye kadar pek çok üründe fiyat artışına neden oldu.

    SUYA 0.60 KURUŞLUK ZAM

    Danone Hayat Su Beylikdüzü bayisi yetkilisi, “2 gün önce 9.75 olan 19 litrelik damacana su 10.40 TL oldu. Firmadan bize aktarılan bilgiye göre köprü geçiş ücretlerinin yüksek olması nedeniyle damacana başına 0.60 kuruşluk zam yapıldı” diye konuştu. Danone Hayat Su müşteri hizmetleri yetkilileri de zammı doğruladı.

    MEYVE VE SEBZEYE DE YANSIDI

    Üretici ile market arasında fiyatları artıran zincir halkasında artık köprü ücreti bahanesi de var. Tüm Bostan Sebze Meyve Komisyoncuları ve Tüccarları Federasyonu (TÜMESKOM) Başkanı Burhan Er, “Antalya’dan İstanbul Hali’nin kapısına bin 500 liraya gelen araç bugün 3. Köprü nedeniyle bin 800 liraya geliyorsa bu durumu ürüne yansıtmak zorundayım. Artan mazot da olsa, köprü de olsa yol da olsa değişmez. Bu fiyat artışı ürüne yansır” dedi. Er, bu durumun market rafında da zam olarak yansımasının kaçınılmaz olduğunu ifade etti.

    TAŞIMA MALİYETİMİZ ARTTI

    3. Köprü ücretlerini yansıtanlardan biri de mobilyacılar. Anadolu yakasında satış yapan mobilyacılar da nakliyeden kaynaklanan 300 liralık ücreti ürünlere yansıtmak zorunda kaldıklarını belirtiyorlar. Sancaktepe’de mobilyacılık yapan Hakan Ayas, hem uzayan yol hem de geçiş ücretinin yüksekliği nedeniyle mobilya nakliye ve taşıma maliyetlerinin arttığını bunu da ürüne yüzde 10 olarak yansıttıklarını söyledi.

    ‘MOBİLYACILAR ZOR DURUMDA’

    Mobilyacılar, birim başına maliyeti karşılamanın mümkün olmadığını buna karşın tüketiciye yapılan zammın gerekçesini söylediklerini ve müşterinin de bunu makul karşıladığını belirtiyor. Türkiye Mobilya Sanayicileri Derneği (MOSDER) Başkanı Ahmet Güleç, özellikle nakliye firmalarının mobilya firmalarından artan maliyetlerini talep ettiklerini mobilyacıların da bu yüzden sıkıntılı bir süreçle karşı karşıya kaldığını belirtiyor. “Bazı firmalar zam yaptı bazılarıysa direniyor. Nakliye firmaları fiyatları yüzde 10-15 arası artırmak istiyor” diyen Güleç, görüşmelerin sürdüğünü ama zam gelmesinin muhtemel olduğunu kaydetti.

    MALİYET ARTTI %20 ZAM GELDİ

    Kat edilen mesafenin artması ve geçiş ücretinin katlanması sonrası nakliye firmaları mevcut mesafe ücretlerine çoktan zam yaptı. Maliyetleri minimum 300 lira artan firmalarda en kısa mesafe ücreti yüzde 10-20 arasında zamlandı.
  • Fransa ve Rusya arasında Halep gerginliği

    Fransa ile Rusya arasında “Soğuk Savaş” rüzgarları esiyor değerlendirmesi gerçekçi olmayan abartılı bir tespit olmakla birlikte, son bir haftada yaşananlar iki ülke arasında ilişkilerin gerildiğini gösteriyor.

    Rusya konusunda zikzaklar çizen ve net bir politikaya sahip olmayan Fransa baltayı taşa vurdu. Karşısında ne istediğini bilen ve kararlı duruşuyla Vladimir Putin vardı. Konuyu açalım: 19 Ekim’de Putin Paris’e gelecekti. Daveti Fransa Cumhurbaşkanı Hollande yapmıştı. Putin Paris ziyaretini ertelediğini açıkladı.

    ABD TRENİNE BİNEN FRANSA

    ABD’nin trenine binen Fransa Rusya’yı Suriye devleti ile birlikte Halep’te “katliam yapmakla ve insanlık suçu işlemekle” suçluyordu. Fransa’daki Atlantikçi kamp daha da ileri gidiyor “soykırım” yapmakla itham ediyorlardı.

    Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Marc Ayrault Moskova’da Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile görüşerek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) sunacağı Suriye tasarısına destek istedi. Lavrov, Halep üzerindeki hava sahasında uçuşa yasak bölgeler oluşturulmasını öngören bu  tasarıyı desteklemeyeceklerini açıkça söyledi. Nitekim öyle oldu Rusya tasarıyı veto etti.

    Suriye konusunda Rusya ile ipleri koparan ABD’nin gölgesi olmaya soyunmuş Fransa veto olayından sonra hızını kesmedi. Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Marc Ayrault Suriye ve Rusya’nın Halep’te “Açık bir savaş suçu” işlediklerini ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden soruşturma başlatmasını isteyeceklerini açıkladı. Mahkemeye kimi şikayet edeceksiniz?sorusuna Fransa Dışişleri Bakanı Ayrault, “Rus yöneticiler de dahil Halep’te olup bitenlerin tümünde onlar sorumlu” dedi.

    DİPLOMASİNİN DIŞINA ÇIKTI

    Hollande, Rusya’nın veto kararına tepki göstererek, Putin’i 19 Ekim’de Paris’te ağırlayacak olmaktan pişmanlık duyduğunu üstü kapalı dillendirmeye başladı. Hollande, “Eğer onu kabul edecek olursam bunun (Halep operasyonunun) kabul edilemez ve Rusya’nın imajı açısından vahim olduğunu ona söyleyeceğim” dedi. Katıldığı bir televizyon programında Putin’in Paris’e gelişiyle ilgili soruya “Gerekli mi?, Yararlı mı? Kendi kendime soruyorum” diye cevap verdi.

    Hollande’ın bu devlet adamlığına ve diplomatik kurallara uymayan tutumuna karşı Putin cephesinden cevap gecikmedi. Kremlin Basın Sözcüsü Dmitriy Peskov basına yaptığı açıklamaya, “Putin, başından beri Hollande için uygun olacak zamanda Paris’i ziyaret etmeye hazır olduğunu söylemişti. Bu nedenle uygun zamanı bekleyeceğiz. O zaman Putin ziyareti tekrar değerlendirecektir” dedi. Putin diplomasinin bütün inceliğiyle Hollande’a ders verdi.

    ‘RUSYA POLİTİKASI BENİ ÜZÜYOR’

    Hani kaba bilinen Sarkozy var ya, o bile Hollande’ın tutumunun yanlış olduğunu söyledi “Rusya’ya karşı izlenen politika beni üzüyor. Putin ile görüş ayrılıklarımız var ama Rusya ile diyalogun Fransa’nın çıkarına olduğunu düşünüyorum” dedi. Ve bir çok De Gaulle’cü milletvekili de aynı doğrultuda açıklamalarda bulundu.

    Putin Fransa’nın “Savaş suçu işliyorlar” suçlamasına Fransız TF1 televizyonuna  yaptığı açıklamada “Suriye gerçeğini dikkate almayan, hiç bir önemi olmayan parlak sözler bunlar. Kesin olarak inanıyorumki (Suriye’deki) durumdan başta ABD olmak üzere Batı sorumludur” diyen Putin,“BM’nin terörist gördüğü El Nusra Cephesini bombalıyoruz. Bu teröristlerin sivil halkı kendilerine kalkan olarak kullanmalarına, rehin aldıkları insanları öldürmelerine, boğazlarını kesmelerine müsaade etmeyeceklerini” ifade etti.

     

    ALİ RIZA TAŞDELEN /PARİS

  • Tünay SÜER – Fırıldak Barzani…

    Fırat Kalkanı Harekâtı’nın 54. Günündeyiz.

    Türk Ordusu sonu belli olmayan bir bataklıkta şehitler vere vere ilerlemekte.

    Türkiye, Güney sınırlarını korumak, çakma bir Kürt devleti kurdurmamak ve Amerikan koridoru denilen koridoru açtırmamak hem de IŞİD’i belasından kurtulmak adına Irak topraklarına girdi.

    Hareket halen devam etmekte…

    Dün akşam ODATV ( 23.30 )Irak televizyonlarının Musul’un Erbil İline sınır olan Gökçeli kolundan Musul’u kurtarma operasyonlarının başladığını ve Başika bölgesinde konuşlanan ABD’li askerlerin de, ilk defa IŞİD hedeflerini obüs atışlarıyla vurduğu haberini verdi.

    Sınırlarımızda bir koridor yaptırmamak ve Kilis’e bombalar yağdıran IŞİD belasından kurtulmak için savaşa da tamam ama halen gerisini anlayabilmiş değilim.

    Anlamadığım nokta Erdoğan neden koalisyon hükümetleri içine girmeyi istiyor ve biz Amerika ile mi Rusya ile mi birlikteyiz?

    Amacımızda ne var?

    İçeride PKK ve FETÖ ile mücadelemiz devam ederken, Mısır’ı mı düşünüyoruz?

    52 irili ufaklı adalarımızı Yunanistan’a mı verdik ki ülkenin başbakanı bile pasaportla adalara giriyor?

    Bizim için çok önemli olan Kıbrıs elimizin altından kaymak üzere durumu var birde…

    Türk Ordusunun stratejisi nedir?

    Ulusal çıkarımız nedir?

    Erdoğan’ın aklında Yavuz Sultan Selim olmak mı vardır?

    Bu sorulara henüz ciddi bir yanıt işitmedim AKP den.

                                           ***

    Amerika maşası Irak yönetimi ABD’nin isteği ile Türkiye’nin Musul operasyonuna katılmasına karşı çıkarken, Irak’ta Türk askerinin bulunduğu Başika Üssü’nün de boşaltılmasını istemişti.

    Türkiye buna çok sert cevap vererek hiç kimsenin toprağında gözümüzün olmadığını bu harekâtın ülkemizi korumak adına olduğunu dünyaya duyurdu.

                                                            ***

    Türk Ordusunun Irak topraklarına çekilmesi bir dış senaryo mudur?

    IŞİD veya Erdoğan’ın dediği gibi DEAŞ için Dabık kritik bir önem taşıyormuş.

    “DABIK ‘ta cehennem savaşı yaşanacak” tehditlerini savurmuştu bu kafa kesen yobazlar.

    Türkiye bir tuzağın içine mi çekiliyor?

    Bunları düşünmekteyim…

    Allah sonumuzu hayır eylesin…

                                                             ***

    Ulusal bilinç ve birlik olmayan ve Üniter devlet oluşumundan nasibini almamış bölgede, devlet kurma hayalleri ile tarihin her döneminde kışkırtmalarla başkaldırılar oldu.

    Bu başkaldırılar her zaman bastırıldı ve hep emperyalist ülkelere yaradı.

    Ortadoğu kana bulandı.

    Suriye’nin durumu ortadadır.

    Amerika, İsrail, İngiltere parçalamak için uğraşmaktalar.

    Akılları sıra sonra Türkiye’ye gelecektir sıra.

    Suriye ve Irak’ın bütünlüğü bizim için bu sebepten çok önemlidir.

    Suriye resmen yıllardır bir istiklal savaşı vermektedir.

    IŞİD’i yaratan ABD’ de şimdi ondan kurtulma adına sözüm ona savaşıyor.

    Dünyanın baş belası Amerika Türkiye’yi içerden parçalamak için elinden geleni yaptı başarılı olamayınca perde arkasında kalıp Türkiye’yi bataklığa mı çekti dersiniz?

    Bu haçlıların Müslüman düşmanlığının bir örneğini Yugoslavya’nın parçalanışında gördük.

    Irak’ta gördük.

    Binlerce Müslüman kadının ırzlarına geçilmesini tüm haçlılar zevkle ve intikam hisleriyle insanlık dışı seyretmekle yetindiler.

    Türkiye çok kötü günler geçirmektedir.

    1919 da yapamadıklarını şimdi yapmaya çalışıyorlar.

    Güneydoğudan gelen şehit haberlerine Fırat Kalkanından gelen haberler karıştı.

    Tekrar ediyorum, Allah sonumuzu hayır eylesin…

    Bu arada Başika ve Musul konusunda Türkiye’ye önceleri destek çıkan fırıldak Mesut Barzani Irak yönetiminin yanında olduğunu açıkladı.

    Türkiye’de kırmızı halılarla karşılayanlar, Türkiye seninle gurur duyuyor diye bağırtanlar inşallah bu herifi artık anlarlar.

    Dünyada devletlerarasında dostluğun olmadığını, sadece çıkar olduğunu da öğrenirler inşallah.

    Saddam zamanında Türkiye’ye yalvarıp yakaranları, el etek öpenleri biraz palazlanınca bir Irak kedisini bile vermem diyenleri Türkiye defterden silemedi bir türlü.

    Barzani’nin PKK’yı beslediğini herkes biliyor ama AKP nedense bunu anlamak istemedi.

    Türkiye sırtından milyarlar kazanan Fırıldak Barzani’nin Türkiye’de 300 küsur şirketi var.

    Mersin, Diyarbakır, Van ve GAP bölgelerindekileri neredeyse ülkemizin her yerinde yatırımları var yıllardır.

    Bu şirketlere ve mal varlığına neden el konulmuyor acaba?

    Ayrıca ülkemize giren kaçak sigaralar hep hainin..

    AKP bunları düşünmeli ve gereğini yapmalıdır.

                                                         ***

    Kahrolsun dünyayı kana bulayan Amerikan emperyalizmi …

    Tünay Süer

  • Ali ERALP – Türkiye çöküyor, Türkiye Paramparça…

    Çok kötü bir dönemden geçiyoruz. Bir fesli deli çıkmış açık açık şeriatı, hilafeti savunuyor, savcılar seyrediyor: “Keşke Yunan galip gelseydi, ne hilafet yıkılırdı, ne şeriat…” diyor.

    Bir televizyon dizisinde bir başka PKK’lı deli çıkmış, açık açık bölünmeyi savunuyor, savcılar seyrediyor: “Bu iş memleketin bölünmesine kadar gidebilir, yok olmaktansa bölünmeyi tercih ederim…” diyor…

    TV’lerde insan beyinleri çarpık ilişkilere, maddiyata dayanan bir anlayışa göre yeniden şekillendiriliyor…

    Para her şeyin önüne geçiyor… Aile ilişkileri bile buna göre yeniden düzenleniyor… Yarışmaya katılan bir kadın eşine “Ne yap et, bu parayı kazan…” diye bağırıyor.

    Çok kötü bir dönemden geçiyoruz. Sapla saman birbirine karışmış durumda. Sabah akşam boş işlerle uğraşan, vatan sorunlarından uzaklaştırılmış bir halk var karşımızda… Öte yanda soyguncular malı götürüyor…

    Millet, cumhuriyet düşmanı politikacılar yaşantımızı çaldılar… Mutluluğumuzu, geleceğimizi çaldılar… Milli duygularımızı, vatanseverliğimizi çaldılar…

    Ve hâlâ da çalmaya devam ediyorlar…

    Ben Türkiye’yi Türk filmleri ve televizyonlarında olduğu gibi, iki döneme ayırıyorum: Biri “Siyah – Beyaz Türkiye”, yani saf, temiz duyguların ön plana çıktığı dönem, ikincisi “Renkli Türkiye”, yani yoz, duygusallıktan uzak, hile – hurdanın egemen olduğu, gemisini kurtaran kaptan dönemi…”

    Siyah – Beyaz Türkiye döneminde, günümüze göre belki daha az moderndik, bilim ve teknoloji yönünden belki daha az gelişmiştik ama milli ruh, milli duyarlılık, milli birlik ve beraberlik, dayanışma, komşuluk açısından daha tutarlıydık…

    Yurdumuzu mülteciler, şeriatçılar, bölücüler, tarikatçılar, FETÖCÜLER işgal etmemişti… Her gün onlarca insanımız ölmüyordu… Halkımız ve siyaset adamlarımız şehitleri “günlük olaylardan” saymıyordu…

    İnsanlar birbirlerinin sorunları ile daha yakından ilgileniyor; paylaşmaya bölüşmeye, yardımlaşmaya daha çok önem veriyorlardı…

    Renkli Türkiye dönemi 12 Eylül Darbesi ile başladı.

    Diziler, yarışmalar, eğlence programları, neoliberal düşünceler bu dönemde insanlarımızın yaşantısına balıklama daldı.

    Bir de buna Özal’ın “Köşe dönmece, su akarken testiyi doldurma, bir kez suç işlemekle bir şey olmaz, bir koyup üç alma…” politikası eklenince, halkımız geleneksel rotasından çıktı…

    Bu Özal yönlendirmelerinden önce de Evren Paşa, baskınlarda ele geçirilen kitapları tabanca, tüfek, bomba gibi suç aletleri ile birlikte sergileyerek, onların silahtan bir farkının olmadığını, kitaptan uzak durulması gerektiğini halka anlatmaya çalışıyordu…

    Bu dönemde kitap patlayıcı, öldürücü madde gibi bir suç unsuru olup çıkmıştı.

    Halk bu nedenle bırakın okumayı, evinde basılı tek sayfa bulundurmaya bile korkuyordu…

    TDK, Türk Tarih Kurumu gibi Kemalist kurumlar, 12 Eylül cuntası zamanında birer birer kapatıldı… Kitap kapaklarından Atatürk resimleri 12 Eylül paşaları zamanında çıkarıldı. Okullarda din dersleri onların emirleri ile zorunlu hale getirildi…

    Bütün bu köklü değişimlerin sonucunda milletimiz, şiirden, romandan, makaleden, okuma – yazma alışkanlıklarından, kısaca kitaptan kopma, uzaklaşma yolunu tercih etti…

    Çünkü bunun dışındaki yollar en kazasız,  en belasız yollardı…

    Halkımız, “Azıcık aşım, ağrısız başım…” diyordu artık…

    UNESCO tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye’de okuma alışkanlığı günümüzde yok denecek kadar az. Avrupa’da yüzde 21 olan kitap okuma oranı, Türkiye’de sadece on binde bir. Bu siyasi iktidarların tercihiydi… Çünkü onların yaşamlarını devam ettirebilmeleri için halkın cahil olması gerekiyordu. Köy Enstitülerini bu nedenle kapattılar…

    2002’de AKP’nin iktidar olmasıyla halkın sosyal ve ekonomik durumu daha da kötüleşti… Türkiye Sadaka Ekonomisi ile yönetilmeye başlandı. Üretim durdu…

    Üstüne üstlük halkın sırtına bir de din baskısı, din sömürüsü bindi… İnanç aklın, bilimin önüne geçti…

    Bu yönlendirmelerle birlikte tek tip devlet, tek tip hükümet, tek tip yargı,  tek tip muhalefet, tek tip emniyet, tek tip basın, tek tip TV dönemi başladı…

    “Taraf olmayanlar bertaraf” edildi… AKP iktidarının uygulamalarına, düşüncelerine, gidişatına, yolsuzluklarına karşı çıkan medya, basın vergi, baskı, tehdit, şantaj yoluyla hizaya getirildi…

    Bu çabaların sonucunda durmadan masal dinleyen, masalla uyutulan bir toplum yaratıldı…

    Önce halkı çeşitli tertiplerle, kumpaslarla aldatan, sonra da kendisinin aldatıldığını ileri süren bir liderler, önderler çetesi türedi…

    Kısaca, Türkiye çöküyor, Türkiye parçalanıyor ey halkım…

    Tarihimizin hiçbir döneminde bu kadar yurt sorunlarına ilgisiz, duyarsız ve her emre itaat eden robot bir nesil yetişmedi… Görmedik…

    Yazımı, bir “Çağrı” olması amacıyla “Ötekileştirenler” sitesinde yayınlanan bir kısa yazı ile sonlandırıyorum:

    “Sağ’ı sol’u yok, Ali’si Fırat’ı yok, Alevi’si Sünni’si yok, Ok’u Hilal’i yok.

    ARKADAŞ;

    ARTIK ŞAKASI YOK, vatan için birlik, başka yolu yok…”

    ([email protected])